Mesela şu “ilk oturumda 367 katılımcı şart” diyen hukukçu. Merak ediyorum, Kanadoğlu ne zaman mezun olmuş hukuk fakültesinden, ne zaman başlamış hakimliğe? Bunca zamandan beri hukukla bir arada yaşayan bir insan kariyerini absürt bir iddia ile niçin mahveder? Kanadoğlu haklıysa Sezer, Demirel ve Özal’lı yıllarda bu ülke Reis-i Cumhursuz yaşamış demektir. “Olsun! Önemli olan hukukun üstünlüğü değil” demek mümkün mü?
Geçen yılki moda şuydu: “Bu Meclis cumhurbaşkanı seçemez!” Neden diye sorsanız kıvırma seansları başlıyor; çünkü Anayasa’ya göre bu Meclis cumhurbaşkanını bal gibi seçer. Üstelik 3 Kasım 2002’de sandığa giderken hem partiler hem de seçmen Çankaya seçimine dair gerçeğin farkındaydı. “Aradan 4 yılı aşkın bir zaman geçti, hükümet yıprandı, halk yeniden irade beyanında bulunsun. O yeni iradeyle Çankaya sahibini bulursa daha şık olur” dense bir parça hak verilebilir. Ne var ki “Bu Meclis Çankaya’yı seçemez” dendiğinde ne hukuk kalır ortada ne demokrasi… “Cumhurbaşkanının eşi kapalı olamaz” sözü de hoş değil. Milyonlarca aileyi, milyonlarca kapalı bayanı rencide eden bir laf bu. Tersi de absürt olurdu. Biri çıksa “Cumhurbaşkanının eşi başı açık bir bayan olamaz” dese o da doğru yapmamış olur. Çünkü Türkiye’deki sosyal gerçek, hem başı açık hanımefendilere saygıyı gerektiriyor hem kapalılara.
Başbakan olmuş bir kişiye “Cumhurbaşkanı olamazsın” demek siyaseten de nezaketen de nâhoş bir tutum. Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmaması talep edilebilir; hatta bunu teyit edecek Özal’dan, Demirel’den derlenmiş misaller de getirilebilir. Ancak itiraz şahsileştikçe, Erdoğan’ın hayat tarzını sorgulamaya, inanç değerlerini didiklemeye doğru vardıkça, serdedilen düşüncelerin kıymeti kalmaz ve inandırıcılığı kaybolur. Siyasî gerçeklikten hareketle Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına karşı çıkması gerekenler, onun kişiliğine sataşarak halkın önemli bir kısmının gözünde Başbakan’ı sadece mağdur duruma düşürmüyor; aynı zamanda halkı da rencide etmiş oluyorlar.
“Efendim, cumhurbaşkanlığı çok önemli ve sembol bir makamdır; dolayısıyla bunu halk seçmelidir” diyor birileri. Elhak doğru söylüyorlar. Ancak tuhaf bir durum söz konusu: Cumhurbaşkanını halk seçsin diye feryad ü figan edenlerin önemli bir kısmıyla halk arasında problemler var. Daha açık söyleyeyim; cumhurbaşkanını halk seçse bu kimselerin ve dahi onların görüşünü paylaşan herhangi bir kimsenin Çankaya Köşkü etrafında dolaşma şansı bile kalmayacak. Yüksek bir ses tonuyla bu düşünceyi bugün dillendirenler, öteden beri halktan, halkın sandığa yansıyan iradesinden kaçan kişilerden oluşuyor. Hatta bu heyecanlı fikrin savunucularından bir kısmı eski cuntacı, yeni ulusalcı… Onlara kamuoyunun çok basit bir sorusu var: Diyelim ki Anayasa değişikliği yapıldı ve halk yeni cumhurbaşkanı için sandığa gitti; bu sandıktan kimin zaferle çıkacağını sanıyorsunuz? Açık söyleyeyim halk cumhurbaşkanını seçmeye başlarsa bir daha asla Sayın Sezer gibi bir insan o Köşk’e ev sahipliği yapamaz. Daha ötesi var: Cumhurbaşkanını halk seçse ve halkın iradesi Tayyip Erdoğan’ı ya da o profile yakın birini işaretlese, bugünkü itirazlarınızdan hangisini geçersiz sayacaksınız?
Cumhurbaşkanı seçimi üzerinden kavga çıkarmak isteyen marjinal grupların derdi sadece Tayyip Erdoğan değil. Bütün Türk halkını kucaklaması şart olan bu makamı kendileri için bürokratik hak olarak görüp kendilerini sistemin asıl sahipleri olarak düşünen çıkar çevreleri var. Onlara göre halk iradesinin -ister parlamentodan gelsin isterse direkt sandıktan- önemi bulunmuyor.
Cumhurbaşkanını seçmede asıl sorumluluğu üstlenecek AK Parti’ye de büyük bir sorumluluk düşüyor. Özal için de çok değişik endişeler dile getirilmişti; ancak rahmetli, ülkenin tamamını kucaklayarak sempatisini hak etmişti. Cumhurbaşkanlığına kim gelirse gelsin halkın tamamına sahip çıkmalı ve Türkiye’nin menfaatlerini her şeyin üstünde tutmalı. Yoksa bugünkü AK Parti karşıtlığı üzerinden Çankaya senaryosu yazanlar gibi absürt bir duruma düşülmüş olur.