İSRAİL’İN BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’E SALDIRILARI
Geçtiğimiz yıl boyunca İsrail, Gazze Şeridi, Batı Şeria, Lübnan, Suriye, Yemen ve İran gibi pek çok ülkeye ve işgal altındaki bölgelere çeşitli saldırılar düzenledi. Bunun yanı sıra, belirli bir örgüt olarak da Birleşmiş Milletler’i hedef aldı. Ciddi bir durumla karşı karşıyayız; aslında, İsrail’in BM’ye savaş açtığına dair birçok örnek mevcut. Son dönemde yaşanan olaylara baktığımızda, İsrail başbakanı BM genel kurulunda, kurumu “aşağılık”, “karanlıklar evi” ve “antisemitik kin bataklığı” olarak nitelendirdi. Ayrıca, görevinden ayrılan BM Büyükelçisi, genel kurulda minyatür bir kağıt öğütücü ile BM tüzüğünün bir kopyasını parçaladı ve daha sonra New York’taki BM merkezinin “kapatılması ve yeryüzünden silinmesi gerektiğini” ifade etti. İsrail Dışişleri Bakanı, BM Genel Sekreteri’ni İran’ın İsrail’e karşı düzenlediği saldırıları kınamamakla suçladı ve onu “İsrail’de istenmeyen kişi” ilan etti, ülkeye girişinin yasaklandığını duyurdu. Bunun yanı sıra, BM tarafından görevlendirilen bir soruşturma komisyonunu da aktif bir şekilde engelledi.
BM ÇALIŞANLARINA YÖNELİK SALDIRILAR
İsrail parlamentosu, BM kuruluşu olan UNRWA’yı bir “terör örgütü” olarak tanıma sürecine girmiş durumda. İsrail ordusu, arka arkaya 12 ay boyunca Gazze’deki BM okullarını, depolarını ve mülteci kamplarını bombaladı, bu süre zarfında 228 BM çalışanını öldürdü. BM genel sekreterinin ifadesine göre, bu, “Birleşmiş Milletler’in kuruluşundan bu yana tek bir çatışma ya da doğal afette öldürülen en yüksek sayıdaki personelimiz” olmuş durumda. Şu anda, İsrail ordusu Güney Lübnan’daki BM barış gücü askerlerine de saldırıyor. BM’ye göre, “İsrail güçlerinin ‘Mavi Hat’ yakınlarındaki BM mevzilerine zarar vermesi sonucu Lübnan’da UNIFIL bünyesinde görev yapan beş BM ‘Mavi Miğferli’ yaralandı.”
BM’NDEN İHRACIN MÜMKÜNLÜĞÜ
Tüm bunların neresinin kabul edilebilir olduğunu sorgulamak gerekiyor. Acaba bu durum yasal mı? Daha da önemli bir konu var: İsrail’in hala BM üyesi olarak kalmasına nasıl izin veriliyor? Bu kadar acımasızca ve utanmazca saldırdığı bir örgütten neden hala atılmadı? Diğer taraftan, BM’nin üyesi olmaya devam eden insan hakları ihlalcileri de mevcut; Suriye, Rusya ve Kuzey Kore bunlardan birkaçıdır. Ancak, hiçbiri BM çalışanlarını topluca öldürmedi ya da bir BM üssünü işgal etmek için tank göndermedi. Ayrıca, “iki düzineden fazla BMGK kararına uymayı reddetmedi.” Gerçekten de, dünyada başka bir ülke BM genel sekreterinin kendisini “istenmeyen adam” ilan etmesine cesaret edemedi.
BM üyesi bir devleti ihraç etmek için bir mekanizma mevcut. BM sözleşmesinin 6. maddesi şöyle der: “Antlaşmada yer alan İlkeleri ısrarla ihlal eden bir Birleşmiş Milletler Üyesi, Güvenlik Konseyi’nin tavsiyesi üzerine Genel Kurul tarafından Örgüt’ten ihraç edilebilir.” Ancak bazıları, herhangi bir üye devletin bu madde uyarınca BM’den ihraç edilmediğine dikkat çekebilir. Bunun yanı sıra, 1970’lerin başlarından bu yana İsrail’i eleştiren 50’den fazla BM Güvenlik Konseyi kararını veto eden ABD, böyle bir “Güvenlik Konseyi tavsiyesinin” yapılmasına asla izin vermeyecektir. Bu, geçerli bir itiraz. Ancak tarih bize Güvenlik Konseyi vetolarının geçici çözümler olduğunu öğretiyor.
TARİHSEL ÖRNEKLER VE GEREKEN ADIMLAR
Uluslararası hukuk profesörü ve ABD Dışişleri Bakanlığı eski danışmanı Thomas Grant, Ekim 2022’de Vladimir Putin’in Ukrayna’yı yasadışı işgalinin ardından Rusya’nın Birleşmiş Milletler’den atılması için önerisini sunarken, “BM üyeleri geçmişte iki kez belirli bir Üye delegasyonun artık örgütün masasında oturmaya uygun olmadığına karar verdi” şeklinde vurgu yapıyor. 1971 yılında, sosyalist ve bağlantısız ülkeler, BM genel kurulunda Çin Halk Cumhuriyeti’ni “Çin’in Birleşmiş Milletler’deki tek meşru temsilcisi” olarak tanıdılar ve böylece BM’nin kurucu üyesi olan Çin Cumhuriyeti (Tayvan) temsilcilerinin yerine geçtiler. İlgili kararlar güvenlik konseyi tarafından değil, genel kurul tarafından alındı. Üç yıl sonra, BM genel kurulu Güney Afrika’nın üyeliğini, apartheid uygulamaları ve Namibya’nın yasadışı işgali gibi nedenlerle askıya aldı.
Thomas Grant’ın belirttiği gibi, “Güney Afrika’ya karşı atılan adım, BM tüzüğünde ya da mevcut BM uygulamalarında kesin bir usule dayanmıyordu.” Bu durum, üye devletlerin belirli bir meselenin harekete geçmelerini gerektirecek kadar önemli olduğuna karar verdiğinde, doğaçlama bir değerler sisteminin nasıl hüküm sürdüğünü gösteriyor. Bugün BM üyesi devletler için, BM’nin kendisine tek bir üye devlet tarafından yapılan saldırılardan daha “önemli” olan nedir? BM’nin otoritesi, personeli, merkezi ve tüzüğü mü? 40 ülke, ortak bir açıklama yaparak İsrail’in Lübnan’daki BM barış gücü askerlerine yönelik saldırılarını kınadı; ancak bu açıklamalar yetersiz kalıyor. BM üye devletlerinin harekete geçmesi gerekiyor. İsrail, Birleşmiş Milletler’in ve özellikle de genel kurulun ilgisiz, güçsüz ve antisemitik önyargılarla dolduğunu iddia edebilir; ancak şu an için sadece bir BM genel kurul kararı sayesinde varlığını sürdürüyor. Ülkenin 1948 Bağımsızlık Bildirgesi’nde Birleşmiş Milletler’e yapılan yedi atıf, son derece olumlu ifadeler içermektedir. Dolayısıyla, İsrail’in BM’den ihraç edilmesi ya da en azından ilk adım olarak genel kurula katılımının askıya alınması, hem İsrail halkına hem de dünya genelindeki diğer ülkelere güçlü bir mesaj gönderecektir. Birleşmiş Milletler’in otoritesinin hâlâ bir anlamı var. BM personelinin ve barış gücü askerlerinin hayatları da hâlâ önem taşıyor. Ülkeler, kural tanımaz bir ulusun BM’ye karşı gerçekleştirdiği bu saldırılara seyirci kalmamalı.