Osmanlı’ya bir de Bursa’dan bakın

‘İnsanlar vardır şafak vakti doğar, akşam ezanında ölürler.’ diye öğüt verir Şeyh Edebali...

Aynı şekilde şehirler vardır, harita üzerinde kapladıkları yer kadar etkilidir; şehirler vardır, bugün içinde yaşananlar asırlar sonrasına yön verir. Tıpkı Bursa gibi. Osmanlının ilk başkenti, yedi asır devam eden cihan devletinin temelinin atıldığı şehir, Kurtuluş Savaşı’ndan gelen, Cumhuriyet’e uzanan yolda da milli mücadeleye gayret veren en önemli unsurlardan oldu. Bursa, Yunanlılar tarafından işgal edilince Ankara’da Meclis kürsüsüne serilen siyah örtü, şehrin 11 Eylül 1922’deki kurtuluşundan sonra kaldırıldı. Akif, “Eşin var, âşiyânın var, bahârın var ki beklerdin / Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül nedir derdin?” diye başlayan Bülbül şiirini bu işgal üzerine kaleme aldı. “Osmanlı’nın dibâcesi”nin Balkanlara kadar uzanan etkilerine, Yugoslavya’nın dağılma sürecinde bir kez daha şahit olduk. Üsküp gibi evlâd-ı fâtihan yâdigârı şehirlerden anavatana gelen fotoğrafların altında hep aynı yazı yer alıyordu: “Bursa’nın kopyası”.

Mustafa Armağan, genişletilmiş ikinci baskısı ile okurların karşısına çıkan “Osmanlı’yı Kuran Şehir / Bursa’ya Şehrengiz” isimli kitabında Bursa’nın üstlendiği rolü şu cümlelerle anlatıyor: “Nasıl Osmanlı sadece Osmanlı değilse, yani ‘Osmanlı dediğim şey, nasıl 1299’da başlayıp 1922’de biten ve belli coğrafî koordinatlara yayılan bir devlet veya örgütten ve zamanın akışı içinde mekandaki belli noktaları işgal etmiş bir serüvenden ibaret değilse, aynı şekilde ‘Bursa’ da zamanın ve mekânın belli noktalarına inhisar eden ve onunla sınırlı bir tecrit edilmiş birim değildir. Ve yine Osmanlılık nasıl tarih kadar eski ve bugün kadar yeni bir ilke veya ruha ev sahipliği yapıyor ise, Bursa da aynı şekilde belli bir coğrafî alanı kaplayan ve tarihin şu veya bu dönemine inhisar eden bir zatiyetten ziyade, medeniyetimizin Selçuklulardan devraldığı bayrağı bu topraklarda geliştirip olgunlaştıran ve İstanbul’a devreden bir mananın ismidir.”

Urfalı bir anne babanın çocuğu olarak Cizre’de doğan Mustafa Armağan, ömrünün çocukluktan gençliğe uzanan 15 yılını bu şehirde geçirmiş bir Bursa âşığı. Armağan’ın Bursa’da bulunduğu yıllar Somuncu Baba’nın duasının berekâtını üzerinde taşıyan şehrin dillere destan yeşilliğinden yavaş yavaş uzaklaşmaya, yerlerine benzerlerine her yerde rastlanabilecek çirkin ve abus suratlı beton devlerin dikilmeye başladığı döneme denk geliyor. Armağan, bugünkü Bursa’yı yıkıp yeni baştan inşa etmekten yana. Ancak onun kastettiği yıkmak, kazmaya küreğe sarılıp toprağa demir halatlarla raptedilmiş betonarme örtüye saldırmak anlamında değil. “Bursa’yı yıkmak” sözüyle, Bursa üzerine örtülmüş zihnî şalı sıyırmayı, giderek marazî bir hal alan ‘Bursa masalı’nı çözümleyerek, ‘gerçek’ Bursa’yı, Bursa’nın bir yerlerde bizi bekleyen hakiki çehresini daha sağlıklı gözlerle görmemizi sağlayacak yeni bir tanımlamaya gitmek. Bunun için de hâlâ bir kısmı elimizde olan anahtarlardan istifade etmeyi öneriyor. Örneğin Lamii Çelebi’den…

Tarihi boyunca birçok kırılma noktaları geçirmiş Bursa. 1855 yılında meydana gelen ve Küçük Kıyamet adıyla anılan deprem, neredeyse tamamen yıkılmasına sebep olmuş. Tanzimat sonrası bir şehir kimliğine bürünmesi de bu dönemde gerçekleşmiş. Keçecizâde Fuat Paşa, bu yıkımın ardından “Eyvah! Osmanlı tarihinin dibacesi zayi oldu.” diyerek feryad etmiş. Cumhuriyet döneminde, 1970’lerden, hattâ 80’lerden sonra bütün şehirlerin yaşadıklarından aldığı hisse zaten malum. Yine de Osmanlı’nın kuruluş devrine imza atmış altı padişahı; Emir Sultan, Molla Fenari, Üftade, Somuncu Baba, Abdal Murat, Abdal Mehmet, Ahmed Gazi, Süleyman Çelebi.. ve daha nice sayısız mânâ erini; Ulucami, Yeşil, Hüvadendigâr, Muradiye başta olmak üzere irili ufaklı birçok mimari şaheseri barındıran, bütün yıpratıcı etkenlere rağmen günlük yaşantısında imparatorluk kültüründen izler taşıyan Bursa, kaybettiğimiz ve uzun zamandır aradığımız yüzümüzü aksettiriyor. Aslında Abdülaziz döneminden itibaren bu kayıp yüzü aramışız. Abdülaziz’in kurduğu donanmada gemilerin adı ya Osman Gazi’dir, ya Orhan Gazi. II. Abdülhamid döneminde Japonya’ya gönderilen geminin adı, Ertuğrul. Abdülhamid’in Yıldız Sarayı’nda kendi şeyhi için yaptırdığı ibadethanenin adı, son padişah Vahdettin’in Malta’ya giderken yanında götürdüğü şehzadesinin adı Ertuğrul Mehmet… Mustafa Armağan, “Osmanlı’nın 3 kıtada çınlayan görkeminin sırları, Bursa’nın önüne diktiğimiz asırlık surların arkasında, bizi sabırla bekliyor.” diyor ve ekliyor: “Osmanlı’ya bir de Osmanlı’nın penceresinden bakın.”