Solcular da orada, “4 bakan yüce divan’a gitsin” diyen Akp’li vekil de… elbette sen de oradasın; belki bugün, belki yarın, belki yarından da yakın! ‘İçimizdeki hainler’e hoş geldiniz hepiniz!
Sihirli cümle, tam da ikinci bakan için Yüce Divan oylaması yapılırken bir milletvekili tarafından kuruldu: “İçimizdeki hainler oylamada Erdoğan’a operasyon yaptı.” O hainlerin hepsi AK Parti milletvekiliydi ve sayıları 40-50 civarındaydı. Suçları ise yolsuzluk soruşturmasına muhatap olan 4 bakanın Yüce Divan’a gitmesi lehine oy kullanmaktı. Peki, kimdi onlar? Bilinmiyor ya da hükümet medyasının meşhur tekerlemesiyle ‘bilen biliyor’! 4 bakan Yüce Divan’a gitmiyor ama artık içlerinde 40 ‘hain’i barındıran 312 kişilik AK Parti grubu başka bir Yüce Makam’ın (belki de sağlam irade demeliydik) önünde terleyecek. Vekillerin Yüce Divan’a ‘evet’ demeleri affedilir gibi değildi; zira 17 Aralık’ın ‘darbe’ olmadığının AK Parti’de karşılık bulduğunu göstermiş oldular. Daha komisyon aşamasındayken Erdoğan’a yakınlığıyla bilinen Sivil Dayanışma Platformu, verdiği “Sağlam İrade Cumhur’un Başında” başlıklı tam sayfa ilanlarla Meclis Başkanı Cemil Çiçek’i ve başkalarını hedefe koymuştu. Siyasi kariyer ve kazanımlarını ‘sağlam iradenin gölgesine’, yani Erdoğan’a borçlu olanların küçük hesaplarından söz ediliyordu ilanda. “Anayasa Mahkemesi’nden ‘dönemin başbakan’ı çıkarma gayretinde olan içeriden ve dışarıdan fitne odakları ile siyasi ikbal ve makamları için bu fitne odaklarıyla açık gizli ittifak yapanları ibretle takip ediyoruz.” denmekteydi. AK Partili TBMM Meclis Başkanı Cemil Çiçek, bu ifadenin çok terbiyesiz ve saygısızca olduğunu söyledi. Söz adresini bulmuştu.
“Hainler”, “darbeciler”, “casuslar”, “fitne odakları” kavramları Erdoğan’ın diline o kadar pelesenk oldu ki sıradan bir şeyden duyulan rahatsızlığın sıradan tezahürü gibiydi artık. İş, parti içi bir anlaşmazlığa ve rahatsızlığa geldiğinde de aynı kavramların devreye girmesi şaşırtıcı olmadı.
Yüce Divan oylaması sonrasında Başbakan Ahmet Davutoğlu, kimseye baskı yapmadıklarını, herkesin kendi özgür iradesiyle oy verdiğini söyledi. Konu Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sorulduğunda da “Bunu 276’yı bulamayanlara sorun.” dedi. Kim olabilirdi ki? Abdullah Gül ve Erdoğan arasında süregelen ‘kardeşlik hukuku’ sonrası Gül’ün neredeyse siyaseten saf dışı kalmış olduğunu hatırlarsak, bu söz hayli sert bir gönderme içeriyor olabilir. Zira Davutoğlu, 6 yıl aradan sonra ilk defa bir başbakan olarak Davos’a katılmışken; iktidara yakın medya, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Afrika’daki dış temaslarına odaklanmış gözüküyor.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, fireyi abartmamak gerektiğinden, 700 bin liralık saat ve ‘Bakara-makara’nın rahatsızlık üretmiş olabileceğinden söz etti. Bir rahatsızlık açığa çıkmıştı, o kadar! Üstelik 3. dönemden sonra milletvekili yapılmayacaklar da küçük bir tepki vermiş olabilirlerdi. Çok açık delillere rağmen 4 bakan için mahkeme takipsizlik vermiş ve nihayetinde Yüce Divan yolu kapanmıştı kapanmasına da herkesin ‘hain’ olma potansiyeli taşıdığı, yeni, netameli bir kapı açılmıştı.
Yüce Divan oylamasını köşesinde analiz eden Abdülkadir Selvi, bir tür güç gösterisi olarak yorumladığı fireyle ilgili, “Bunun milletvekili listelerine ve sandığa yansıması olacak.” diyor. 40 kişinin fire vermesi, Erdoğan’a partiyi bütünüyle dizayn etme fırsatını vermiş mi oldu? Etyen Mahçupyan’ın ‘varsayımlar dünyası’ hipotezlerinin verdiği cesaretle sorarsak; Erdoğan’a partiyi yeniden dizayn etme gibi altın bir fırsat sunan 40 fire, daha büyük bir hamle için küçük bir zayiat olarak da görülüyor olabilir mi?