Türkiye de nükleer santral yatırımları konusunda kritik bir eşiğe geldi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ağzından 2006’ın ilk çeyreğinde nükleer yatırım stratejisi açıklanması bekleniyor. Karardan sonra nükleer santrallerin bir yılda inşaatına başlanması en geç beş yılda bitirilip işletmeye alınması hedefleniyor.
Haftalık haber dergisi Aksiyon, enerjide dışa bağımlılığını aşmak isteyen Türkiye’nin nükleer yatırım strateji ve hedeflerini masaya yatırdı. Habere göre petrol ve doğalgaz merkezli enerji mücadelesinin coğrafî olarak kalbinde yer alan Türkiye, AK Parti iktidarıyla birlikte aldığı nükleer enerji yatırım kararı konusunda son virajı dönmek üzere. Dünyada 50 yıl önce nükleer enerji konusunda çalışmaya başlayan ilk ülkeler arasında bulunmasına rağmen nükleer santral ihaleleri üç kez başarısızlıkla sonuçlanan Türkiye, dördüncü ihalenin yöntem ve takvimini bu yılın birinci çeyreğinde açıklayacak. Enerji çevreleri ve bürokratların uzun süredir üzerinde çalıştığı nükleer santral yatırımları konusunda resmi açıklamayı ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yapacak.
Yıllarca sürüncemede kalan nükleer enerjide yatırım kararları uygulamaya geçerse, Türkiye 2015’te elektrik enerjisinin yüzde 7’sinden fazlasını nükleer santraller vasıtasıyla elde edecek. 2030 enerji ihtiyacı tahminlerine göre dünya enerji talebi yüzde 50-60 artarken, Türkiye’nin yüzde 160 artacak. Doğalgaz ve petrol açısından enerjide dışa bağımlılık yüzde 80’lere dayanacak. Nükleer santraller açığı kapatmanın alternatiflerinden biri haline gelecek.
2012’de reaktörlerini elektrik enerjisi üretir hale getirmek isteyen Türkiye’nin dünyaya yapacağı ilk deklarasyon ‘nükleerin barışçıl amaçlı’ kullanımı konusunda olacak. Enerji koridorlarında yeni yılın en hareketli günleri artık nükleer için yaşanacak. Fransa, ABD, Kanada, Güney Kore, Rusya ve Japonya gibi teknoloji üreten ülkelerin hepsi bu yarışta bulunacak. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’na (TAEK) yapılan ziyaret trafiği de bunu gözler önüne seriyor. Turgut Özal’lı yıllarda gerçekleştirilen ikinci ihalenin iptal sebebi olan ‘yap işlet devret modeli’ de yeni süreçte yatırım yöntemleri arasında yer alıyor. Tabii 25 Temmuz 2000’de Bakanlar Kurulu kararı ile ertelenen son ihaledeki oyuncular da Türkiye’nin yeni tercihiyle yakından ilgileniyor.
Türkiye ilk nükleer santralini 2012’ye kadar işletmeye geçirmek istediğini bir yıl önce açıkladı. Hükümet enerji yatırımlarında ‘liberalizasyon ve özel sektörü teşvik’ yöntemini izliyor. Kaynak çeşitlendirme ve teknoloji geliştirme açısından özel sektöre nükleer santral yatırımlarının kapısının sonuna kadar açılmasının sebebi de bu. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler’in ‘santralleri özel sektör yapacak’ açıklaması dikkatleri tekrar nükleere çekmekle kalmadı. Yerli yatırımcılarda bu konuda seslerini yükseltti. Zorlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Nazif Zorlu’nun, “Nükleer santral yatırımlarında yer almak istiyoruz.” açıklaması Türkiye’nin yeni ihalede yatırımı özel sektöre havale etme isteğinin daha şimdiden cazip olduğunu gösteriyor.
TAEK: Takvimi Erdoğan açıklayacak
Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, Elektrik Üretim Anonim Şirketi (EÜAŞ), Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi (TEİAŞ), Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü (MTA) bir yıldır sıkı şekilde bu konu üzerinde çalışıyor. Nükleer santral yatırımlarıyla ilgili teknik anlamda yönetim, koordinasyon ve beyin görevini TAEK görüyor.
TAEK Başkanı Okay Çakıroğlu, ihalenin ne zaman açıklanacağı, nereye kaç santral inşa edileceği konusunda sır vermiyor. Kararın siyasi sorumluluğu açısından konuşacak tek ismin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olduğuna işaret ediyor. Çakıroğlu, ihale ve inşa aşamalarıyla ilgili net bir tarih ve takvim vermekten ısrarla kaçınıyor. Ancak enerji kulislerinde Ocak-Mart 2006 döneminin Türkiye’nin nükleer enerji stratejisi ve nükleer santral yatırımları konusunda yol haritasını açıklayacağı zaman dilimi olarak konuşuluyor. Nükleer santrallerin ortalama 5-6 yılda inşa edilip hizmete alındığı düşünüldüğünde, 2007’de ilk reaktörün temelinin atılması için öngörülen kritik zaman dilimi aşılmak üzere. Başbakanlık çevrelerine göre, ekonomik model, teknik detaylar, nükleer silahsızlanma boyutu ve enerji yatırımı takvimi ile ilgili açıklamayı Erdoğan’ın bizzat kendisi yapacak. Türkiye tek bir santralle yetinmeyecek. Dünyada santral yatırımları açısından küçük ama birden fazla ünitenin birlikte inşa edilebildiği mobil sistemler öne çıkıyor. Bu, Türkiye’nin tercihinde de etkili olacak.
1977, 1983 ve 1997’de çıkılan üç ihalede neden başarısızlık yaşandığı sorusuna TAEK Başkanı Çakıroğlu’nun cevabı “Siz hidroelektrik ya da doğalgaz santrallerinde hazır bir arz bulursunuz. Ama nükleerde öyle rafta bir teknoloji yok. Hadi deyince yatırım yapamazsınız. Geçmiş dönemde yasal düzenleme, uluslararası ilişkiler, teknoloji ve insan kaynakları boyutu önemsenmemiş.” oluyor. Çakıroğlu “8-10 yılda nükleer yatırımları tamamlayıp, teknolojisini üretip aktarabilen bir ülke olmak istiyoruz.” diyor.
Çakır’a göre, Türkiye’nin bugüne kadar bir reaktöre sahip olmaması enerji güvenliği açısından ciddi bir zaafiyet. Yıllardır yetiştirilen insan kaynaklarının, fizik ve atom mühendislerinin kaybedilmesi de bir başka sorun. Bunun için uluslararası arenada akademisyen, sektör çalışanı Türk mühendisler ile temasa geçilmiş. Çoğu ABD, Avrupa’da yaşayan mühendisler nükleer santral yatırımları hayata geçirilemediği için beyin göçüyle ülkemizden uzaklaştı. Nükleer teknoloji üretir hale gelmek için bu isimler tekrar kazanılacak.
Kanun değişecek, Nükleer Üst Kurulu yolda
2690 sayılı TAEK Kanunu’nda da değişiklik yapılması ve kurumun yeniden yapılandırılması bekleniyor. Yatırım kararını alan kurumla, denetim kararını alanın aynı olmaması temel ilkesi ve önümüzdeki 20-30 yılın yatırımları göz önüne alınarak Nükleer Enerji Üst Kurulu kurulması da planlanıyor.
Türkiye’nin nükleer enerji programına verdiği isim ‘Nükleer Teknoloji ve Enerji Geliştirme Projesi.’ TAEK’te bu konuda en çok kafa yoran birim ise Eskişehir yolundaki ana binanın dördüncü katındaki Nükleer Proje Ofisi. Projeye göre Türkiye 2007’de ilk reaktörünü inşasına başlayarak 1000-1500 megavatlık kurulu güce sahip olacak. 2015’e kadar elektrik enerjisi üretiminde nükleer reaktörlerin payını yüzde 7-10 arasına çekmek birinci hedef. Orta vadeli hedef Türkiye’nin 5 bin megavatlık kurulu nükleer güce sahip olması.
Küçük reaktörler tercih edildiğinde 1000’er Megavatlık beş reaktör (ünite) büyük reaktör tipleri tercih edilirse 1500-1600 megavatlık üç reaktör yatırımı yeterli olacak. Ortalama reaktör yatırım maliyetlerinin 2,2-2,5 milyar dolardan aşağı olmayacağı hesaplandığında projenin hayata geçmesi için yüklü bir finansman gerekiyor.
Kimilerine göre 5 bin megavat kurulu güç için yapılacak yatırım miktarı 15 milyar dolara kadar varacak. TAEK’in enerji maliyetleri açısından ortaya koyduğu rakamlara göre ise reaktör birim maliyetleri 1000-2000 dolar/kilovatsaat olarak değişiyor. Bakan Güler’in özel sektör eliyle yatırım yapma hedefini açıklamasıyla değişen yol haritasında belirleyici unsur, ne kadar yeni teknolojinin ne kadar kısa zamanda inşa edileceği ve kredinin şirketlere hangi yolla sağlanacağı olacak. Türkiye’nin yeni tercihi dünya devi nükleer yatırımcılarının işbirliklerine ve konsorsiyumlara gebe.
Avrupa da nükleere dönecek
Doğalgaz krizi, coğrafya ve kaynak bağımlılığı en az enerji üretme yöntemi olarak bilinen nükleer santralleri kaynak mahrumu Avrupa ülkeleri açısından bir adım daha öne çıkarıyor.
Dünyadaki 440 nükleer güç santralinin üçte birinden fazlası zaten Avrupa ülkelerinde yer alıyor. Litvanya ve Ukrayna dâhil edildiğinde santral (ünite) sayısı 168. Uzmanlara göre, bundan sonra Avrupa enerji sağlama güvenliği açısından kendisini garantiye almanın bir yolu olarak gördüğü nükleere biraz daha asılacak.
İlk yatırım maliyetleri yüksek olmasına karşın yakıt maliyetlerinin düşüklüğü, çevre kirliliği açısından (karbondioksit-kükürt-azot değerleri) en temiz enerji elde etme yöntemi olan nükleer santraller daha şimdiden kendine yeni müşteriler bulmaya başladı. Avrupa’nın en çok elektrik ithal eden iki ülkesi İtalya ve İngiltere nükleere dönme kararı aldı. Finlandiya, NPI firmasının reaktörleriyle üçüncü nesil teknolojiyle tanışacak adımları attı. Altı ay önce ABD Başkanı George Bush, Kyoto Sözleşmesi’ne de atıfta bulunarak kömür ya da hidroelektrik santraller yerine nükleer santral yatırımı ya da yenilemesi için özel sektör yatırımcılarına 14,2 milyar doların üstünde kaynak (kredi) ayırdıklarını açıklamıştı. Bunlar önümüzdeki 5-10 yılda nükleerde yeni bir yarışın başlayacağının önemli sinyalleri olarak değerlendiriliyor.
Kanada, Fransa, ABD yarışacak
Fransa, ABD, Kanada, Japonya, Güney Kore ve Rusya temsilcileri nükleer yatırım için Ankara’da mekik dokuyor. Peki kim hangi teknolojiyi Türkiye’ye satmak istiyor? İlk üç ülke hem teknolojileri hem de Türkiye’nin tercihleri açısından öne çıkıyor. Yatırım konusunda kesinlikle kaynar sulu reaktör-BWR teknolojisi tercih edilmeyecek. Dünyada üçüncü ve dördüncü nesil nükleer santral teknolojileri konuşulurken Türkiye hem oturmuş hem de gelişime açık bir modeli seçmek istiyor.
Yakıt temini açısından yerli uranyum ve toryum madenlerinin kullanımı da öne çıkacak. Türkiye bunun da milli olmasını tercih edebilir. Yakıtın yerli kaynaklardan temin edilmesini de reaktörün tipi belirleyecek.
MTA ve TAEK işbirliğiyle yapılan bir başka önemli çalışma ise Türkiye Radyoaktif Anomali Haritası’nın çıkartılması. Türkiye’nin il il, bölge bölge mevcut radyasyon değerleri bu çalışma sayesinde ortaya konacak. Ayrıca uranyum ve toryum rezervlerinin yeniden tespiti için başlatılan çalışma ile yerli radyoaktif kaynak tespitlerine de hız verildi.
Uluslararası arenadan satın alınsa da nükleer santral yakıtı enerji maliyetleri açısından en ucuz yakıt türü. Bu yönüyle milliliğiyle bilinen doğal uranyum yerine, zenginleştirilmiş uranyum kullanan reaktör tiplerinin de önü açık.
Halen dünyada yakıta, soğutucusuna, nötron enerjisine ve yavaşlatıcısına göre sınıflandırılan dokuz tip nükleer reaktör bulunuyor. Kulislerde bir reaktör tipi reddedilirken, oturmuş teknoloji olarak adlandırılan iki reaktör tipi konuşuluyor. Tabii maliyet, teknoloji transferi gibi unsurlar da bu tercihlere yön verecek.
50 yıldır nükleer rüyasıyla yaşıyoruz
Türkiye’nin nükleer enerji rüyası 1960’ta başladı. ABD, Soğuk Savaş döneminde jüpiter balistik füzelerinin Türkiye’de konuşlanması karşılığında Küçükçekmece’de nükleer araştırma reaktörünün kuruluşuna yardım etti. İlk nükleer enerji santrali projesi ise 1967-70 yıllarında gündeme geldi. Yedi yıl sonrası için 300 megavatlık kurulu güçte bir santral düşünüldü. Ancak proje rafa kaldırıldı. 1974’te Akkuyu’da bir nükleer santral kurulması planlandı, bu da hayata geçirilemedi. TAEK, 1978’de Akkuyu için BM Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’ndan yer lisansı aldı. 1983’te dönemin başbakanı Turgut Özal tarafından Akkuyu’ya 600 megavatlık kurulu güçte bir nükleer santral projesi gündeme getirildi. Ancak Özal’ın ‘yap-işlet-devret’ modelini öne sürmesi, Türkiye’nin nükleer ile yollarını bir kez daha ayırdı. O dönemde Sinop’a da santral yapılması gündeme getirilmişti. Zaten Süleyman Demirel’in 16 barajlı başbakanlığına nispet etmek Özal’a daha büyük keyif verecekti. O da 16 baraj inşa ettirdi. Bugün AK Parti’nin özel sektör eliyle yatırım yapılması stratejisini Özal, liberal olmayan enerji pazarında açıkladığı için gerçekleştiremedi.
Çernobil kazasının ardından (1987) TAEK’in Nükleer Enerji Dairesi kapatıldı. Ancak nükleer macerası bitmedi. 1992’de yedi firmadan yeniden teklif istendi. 1994’te danışmanlık ihalesi açıldı, Kore kazandı. 1998’de Akkuyu Nükleer Santral ihalesi tekrar açıldı. ABD-Japonya ortaklı Westinghouse-Mitsubishi konsorsiyumu, Kanada’nın AECL (CANDU) ve Almanya-Fransa ortaklı NPI firmaları ihaleye teklif verdi. 25 Temmuz 2000’de dönemin başbakanı Bülent Ecevit, nükleer enerji planlarından çok pahalı olduğu için vazgeçildiğini açıkladı. Bakanlar Kurulu kararı ihalenin ertelenmesine karar verildi.
AK Parti hükümeti 2012’ye kadar devreye almayı planladığı nükleer santraller ile ilgili ilk somut adımı 3 nükleer santral için 2005 yatırım bütçesine 7 milyon YTL (7 trilyon lira) ödenek ayırarak attı. Enerji Bakanlığı’nın 2020-2030 tahminleri alternatifi bulunmaması halinde doğalgaz, petrol başta olmak üzere Türkiye’nin enerji kaynakları açısından yüzde 80 dışa bağımlı hale geleceğini ortaya koyuyor.